İçeriğe geç

Sırtımızdaki büyük kambur: Aile

Özay Kanat’ın, BirGün Gazetesi’nde 19.03.2014’te yayımlanan röportajı.

BiTiyatro’nun yeni mekanı BiSahnede Düğün(Sandık Lekesi) oyunun izledim. Sanırım beni en çok şaşırtan şey oyunun ‘biz’i anlatmasına karşın bu ‘biz’in sandığımızdan çok daha geniş bir kalabalık olabileceğini farketmemdi. Oyunun yurt dışında da sahneleneceğinden ve kolayca kabul göreceğinden hiç şüphem yok. Kültürler arası bir uyuşmazlık bu oyun için geçerli değil, Nihat İleri bizi evrensel bir sorunsalın içinde işlemiş, işleyebilmiş.

 

Sırtımızdaki büyük kambur: Aile

ÖZAY KANAT

BiSahneyi biraz aradım ancak bulduğuma değdi, bundan sonra da sıkça ziyaret edeceğimi düşünüyorum. Oyun sonrasında da BiTiyatroyla BiSahnede Birgün okurları için güzel bir söyleşi gerçekleştirdik…

Özay Kanat: Oyunda gördüğüm kadarıyla anne, baba, abla, kardeş figürleri ve bu figürlerin toplumsal yaşamdaki karşılıkları deşilmeye çalışılmış siz bu saptamayı nasıl değerlendirirsiniz?

Laçin Ceylan : Daha ne isteriz eğer böyle yorumladıysanız. Zaten biraz bunlarla karşılaşılmasını amaçladık.evet evet çünkü burdaki bütün sözünü ettiğimiz sizin de söylediğiniz figürler. İki karekter de aynı zamanda kutsal diyebileceğimiz bir takım başlıkları taşıyorlar. kardeş olmak aile sahibi olmak anne baba sahibi olmak bizde biraz dokunulmazdır bunlar ve sorgulanmazdır. Dolayısıyla ağır bir yüktür…

Özay Kanat : O zaman soruma şöyle devem edeyim, bu figürlerin sisifos söylencesine gönderme yapılarak işlenmesi insanların anne ve babalarından sonra kendilerini onlara rağmen var etme çabaları bir sürklilik mi, oyunda böyle bir gönderi mi var? Yani o taşı taşımak gibi bir süreç mi?

Polat Niloğlu : Aslında geçmişin o ciddi yüklerinin insanları parçaladığı ve dağıttığı bir durum var. Ve insanlar bir biçimde yüklerden kurtulmanın yollarını arıyorlar; Bu yollar bazen şiddet, bazen cinayet bazen bambaşka şeyler… Ama özü itibariyle rüyalarına kadar girmiş bir geçmiş var. Gerçek hayata yumruk atmakla rüyaya yumruk atmak arasında ciddi bir ayrım var. Bu iki arkadaş kardeş dost ya da sevgili artık nasıl adlandırırsanız onlar da birşeye yönlendiriyorlar bu yüklenmişliği. Ama bu saçma dünya, bu saçma varoluş tamamıyla bir sonuca varmıyor… Aslında devem ediyor süreç ve o geçmiş hala yükleriyle birlikte sırtımızda.

Özay Kanat: Bu arada oyunda rüyadan geçeğe gerçekten tekrar rüyaya geçiş, ikisinin birbirine karışması böyle bir düzlem vardı. Bu düzlemde tanık olduğumuz tek fiziki şiddet kadına yönelen şiddet. Bu şiddet daha sonra tekrar bir bumerang gibi erkeğe de yöneldi mi, böyle bir tarafı da var mıydı?

Sefa Tantoğlu: Evet dikkat ettiyseniz oyunda tek temas noktası orasıdır. Bunun dışında temas etmiyorlar. Sanırım erkek daha fazla dayanamadı diyebiliriz. Çünkü onun en büyük değer yargısı babası. Ve onun üstünden kurduğu bir dünya var, bir çatı var ve ordan dışarı çıkmayı çok istemiyor. Baba figürü çok baskın bu yüden de ablayı abla olarak değerlendiremiyor artık. Bu noktadan sonra şiddet fiziki olarak gerçekleşiyor… Şiddetten sonra ise yaptığından ötürü (o anı belki bir patlama bir arınma olarak tarifleyebiliriz) küçük bir çocuğa dönüşüyor. Bu da onun çatışmasını, bu içinden çıkılmaz hali gösteriyor. Abla onu çekip çıkartmaya çalışıyor “bak baba da aynı böyleydi, babamız da böyleydi” diyor ama o bunu kabullenmiyor. Çünkü rol model olarak babasını almış.
Özay Kanat: Yani bu erkeğe yüklenen toplumsal rolün ağırlığı altında oluşan bir şiddet mi, böyle bir şeyden mi bahsediyoruz?Sefa Tantoğlu: Evet çünkü onun destek alabilceği bir yer yok artık. Yani baba gitmiş ölmüş ve ablayla anneyle yalnız tek başına kalmış. Aslında evleri bir lahit. İkisi de burda kapalılar sıkışmışlar dışarı çıkıp çıkmadıklarını bilmiyoruz muhtemelen çıkmıyorlar. Yani antigone kompleksi gibi, burda yaşamak zorundalar ve birbirlerine muhtaçlar…İskender Altın: Baba asker, oğlu da asker, anne evde, kız da evde yani sizin o sorduğunuz toplumsal temeller aslında sınıfsal olarak birebir eşlennmiş. Dolasıyla böylesine baskıcı bir toplumun baskıcı bir örneğinin devamı. Yani çocuğun başka seçeneği yok. Kızın da anneye bakıcılık yapmaktan başka seçeneği yok. Asker bir babanın tek hayali asker bir çocuktur. Oyunda da bu cümleler geçiyor. Bir oğul doğuracağım diyor anne, anneye de bakan sadece kız çocuğudur. Ordaki göndermeler aslında yaşamsal olarak genel baskıcı toplumun mikro bir örneği gibidir.

Özay Kanat: Evet oyunda da işlendiği gibi bu baskıcı militarist eğitim hepimizi bireyler olamadan biraz eksik kalmamıza mı sebep oluyor?

Laçin Ceylan: Evet gerçekten böyle bir sancımız var. Birey olunmasına kolay izin verilmeyen bir ortamda yaşıyoruz. Bir cemeat toplumuyuz aslında. Hala ruhen tavır olarak duruş olarak insanların belli bir ergenlik dönemini aştıktan sona kişilik taşımasına kendi kararlarını kendi özgürlüklerini kendisi seçen insanlar olmasına izin veremiyoruz. Ki oyunda ‘bu lanet olası evden başka nereye gidebilirim ki!’ diye bir cümle var. Aslında niye istesek birinden biri vurup kapıyı çekip gidemez mi. Ama sakatlanmış gibi hani kolu kanadı kırık gibi… Öyle eğitmişsin ve bir de geçmişin yükünü bindirmişsin…

Ingeborg Bachmann’ın çok güzel bir sözü var “faşizm iki insan arasında başlar “ diye. Biz daha çok bunu kitlesel birşey olarak alırız yani faşizmi. İşte bir idare gelir bunu uygular ve bunu yaşarız. Hayır bu iki insan arasında başlar önce, gerçekten! Bu bazen öğretmen öğrenci olu,r baba çocuk olur, anne çocuk olur, iki kardeş olur… Sadece birinin birazcık daha o anda senin yardımına senin varediş şekline bağlı bir durumu vardır. Ama sen onu alır kendine bağımlı kılarsın, hem de kendi varoluşuna kitlersin, trajedi ordadır; o asla artık bir kişi haline dönüşemez.

Yıllar önce hiç unutmuyorum yaşlı başlı bir hocam başka bir hocamız için “çok iyi bir çocuk” dedi, “ inşallah ilerde düşündüğü şeyleri yapar” diye ekledi. Iyi de çocuk dediği 42 yaşında! Mesleği olan bir adam… Onun gözünde 42 yaşında bir adam kendisi hala yaşadığı için henüz rüştüğünü ispatlayacak duruma gelmemiş. İskender “bu ülkede yaşlılar faşizmi var demişti”. Ben bu sözü çok sevmiştim hala da kullanıyorum… hayatı bırakmayan yeni insanlara yeni kişiliklere onun kendine özgünlüğüne izin vermeyen bi anlayış. Şu anda hala bütün tartıştığımız meseleler biraz da bu değil mi? Azınlıklar, insanların kendi varoluşunu rahatça ifade edemeyişi, eşcinseller… İnsanların hala en temel insan hak ve hukuku için savaştığı bir toplumdayız biz. Ve hala bunun ağır sancıları içindeyiz.

Defne Şener Günay: Beni oyunda en çok etkileyen de bu oldu. Küçücük bir dünya dört bireyden oluşuyor. Ama ben hergün okuduğum gazetelerde sürekli bu oyunla ilgili bu oyunun içinden şeyler görüyorum. Bu iki kişinin arasındaki faşizm, kendi kendinle olan yüzleşme… Bu kızın da burda kendi içindeki o faşist kendi kibri, acısı ve bütün dünyanın yaptığı gibi bunu şiddete yönlendirmesi… Her anlamda! Seçenek yok mu? Çok var, ama seçenek olarak gördüğü şey de dünyanın, toplumun, kendi toplumumuzun dayattıkları. Burda yaşanan da seçenekleri görmemek . Yani bunu seçiyoruz.

Özay Kanat: Bu kadına, yani kadın karakterinize uygulanmış şiddette anne nerede duruyor?

Defne Şener Günay: Mesela bakımı tamamen ona devredilmiş. Hakikaten böyledir. Bu durumda olan bir çok arkadaşlım var. Hatta içimizden bir tanesi, seyircilerimizden bir tanesiydi. Gerçekten bakım bir şekilde kız çocuğuna kalıyor ve bütün diğer şeyler. Bütün ağırlık, geçmiş, sorumluluk, sevgi, şefkat, hijyen… Her şey onun üstüne yıkılmış.

Ve bu uzun yıllar sürdüğü zaman artık o kişinin ölümünü ister bir hal başlıyor. Haklı olarak yani bu bir çıkışsızlık ,psikolojik şiddet. İnsanın kendi çıkışını göremediği noktada bu faşizme yönelmesi için yeterli bir sebep. Çıkışı göremiyorsa eğer ki… göremiyoruz işte!

Özay Kanat: Örneğin “gözlerinin ışığından nereye baktığını göremiyorum” repliği böyle değil mi?

Polat Niloğlu: Evet

Defne Şener Günay: Onlar aslında hep anneden miras kadına aktardığı replikler.

Özay Kanat: Yani üçüncü bir nesil olsaydı dar alanda süregelen faşizm diğer kuşağa da sanırım bir şekilde aktarılacaktı…

Defne Şener Günay: İşte bu zincir kırılabilir. Bunu gören yok mu, var. Kendi jenerasyonumdan arkadaşlarımın çocuklarını büyütme şekline baktığım zaman ya da kendi çocuğumu nasıl büyüttüğümle ilgili yüzleşmeler yaşadığımda bu ihtimali görebiliyorum. Tabi böyle bir annem babam yoktu ama yine de hep o eleştirdiğimiz ‘ay annem gibi davranıyorum!’ noktası bir küçücük farkındalık. O zinciri kırdığınız anda bu böyle devam etmeyecek ki bence bunun kıvılcımları var.

Özay Kanat: Bu oyunu da böyle bir zinciri kırma girişimi olarak görebilir miyiz?

Sefa Tantoğlu: Bu zaten bende oldu. Yani şöyle oldu: Benim de bir ablam var ve farkettim ki dışardan baktığım zaman gerçekten ona psikolojik baskı yapıyorum, küçüklüğümden beri yapmışım. Rolleri değişmişiz çünkü benden bir buçuk yaş büyük olmasına rağmen sanki o kardeş ben de abiymişim gibi bir duruma dönmüş olay.

Polat Niloğlu: Zincirin kırılmasıyla ilgili temel mesele birinci dünya savaşı hemen sonrası faşizm bir yöntemle bağlanıyordu aslında. yani işte filencisler … Başka bir türlü yöntem kullanıyorlardı ama temel olarak uyguladıkları şey faşizmi denilen şeye kadar gitti. Ama bunu çok metalik bir şeyle yapıyorlardı. Yani silahı çıkarıp kafasına sıkıyordu birisinin. Ya da işte toplama kampları kuruyordu. Ama 20.yy biterken bir şeyi keşfetti birileri ve bu faşizmin artık eli silahlı külahlı olmak zorunda olmadığıyla ilgili bir tespitte bulundu. Yani o zincir aslında kendileri tarafından bir biçimde kırıldı başka bir zincir oluşturuldu, bu zincir de biraz da nesneler dünyasının faşizmiydi. Bizim oyundaki temel şeylerden bir tanesi de eşyalarla kurulan ilişki. Eşyaların donuk cansız varlığı bir haz duygusu yaratmaya başlıyor. Örneğin İstiklal’in başından buraya gelene kadar vitrinlere baktığınızda o nesnelere sahip olmak yada onunla birlikte varolmak gibi bir sürü denklem var ortada. Burada ruhu ve aklı tehdit eden başka bir durum var. Faşizm artık silahla külahla değil de başka bir şeyle de var oluyor. Bu gözden kaçan bir şeydi o yüzden zincirin kırılıp kırılmamasıyla ilgili temel sorun aslında süreç isteyen bir cevap … Oyundaki erkeğin evin içinde gidecek bir yeri olmadan bile hala ölü olan şeylere cansız olan şeylere duyduğu ilginin hazzın sonuçları da var ortada. Cansız olan şeye duyduğumuz ilginin bizi götürdüğü çok ciddi bir nokta var…

Özay kanat: Nesnelerle kurduğu ilişkiyi insanlarla da kurmak gibi mi?

Polat Niloğlu: Evet

 

Laçin ceylan: Cesaret değil de olması gereken bir şey olarak görüyorum bunu. Yetenekli insanları farkedip keşfetmek onları tiyatroya çağırmak, onları öne çıkarmanın bu işin olmazsa olmazı olarak görüyorum. Yani bu o yüzden alkışlanacak bir şeydeğil, zaten olması gereken bir şey . işte yeşil ışıkta geçmenin alkışlanması gibi aslında.

Laçin Ceylan: Hayır. Yok. Hiç bir zaman olmadı…

Özay Kanat: Yani bu alışıldık… Bekleyeceğim bir şey ama sonuçta bir zaman denk gelmiş olması gerek…

Laçin Ceylan: En son başvurduğumda hiçbir şekilde gelmeyeceğini biliyordum, hissediyordum gidişattan. Ama zaten ahlaka uygunluk bilmem ne hikayeleri çıkınca dedim ki “ İyi ki vermediler biz zaten bunu geri verirdik ” yani bundan sonra başvuracağımı artık hiç düşünmüyorum. Çok büyük bir değişm olması lazım. Bir de tiyatrnun biraz fakir bir sanat olduğunu düşünüyorum. Şıklıkla bezenmemesi gerekir, kendi özel zenginlikleri vardır tiyatronun kendi özel anlatım olanakları vardır.Bunlara sırtımızı dayayarak yürüyebileceğimiz kadar yürüyeceğiz ama yine de ısrarlı değilim hiç soluk alamadığım bir yerde inatla devam etmem…

Sefa Tantoğlu: biz seyircimizle buluştuğumuz zaman bence ne bu devletin kültürüne ne bu devletin bakanına ihtiyacımız yok. Yani biz yaptığımız şeyi seyircimiz için yapıyoruz zaten kültürü ya da onun bakanı için yapmıyoruz. Gerçi kültür bakanlığı…

Özay Kanat: Bir de birilerinin birilerinin yaptığı işi değerlendirmesi biraz garip değil mi? Teşvik etmek başka bir şey değerlendirip sen iyisin, sen kötüsün…

Laçin Ceylan: Tabi ki de Şimdi TÜSAK diye bir şey çıktı biliyorsunuz.

İskender Altın: TÜSAK başlı başına Türkiye’de kültür ve sanat hayatına indirilmiş bir darbedir. Bugün(9 Mart) bir inşaat firması Devlet Tiyatrıları’nın, bizim çok önemli bir atölye sahnemizin bahçesini talan etti. Dozerlerle gece yarısı girdi. Ve Melih Gökçek’in izniyle yaptılar. Bu olayda oyuncu arkadaşlar aynı gezideki gibi a can siperane durdurabildiler.

Bir kere şu yalanı düzeltmek lazım. “Dünyanın hiçbir yerinde Devlet Tiyatroları yok” söylemi başlı başına yalandır. Dünyanın her yerinde vardır.Üstelik bunu söyledikleri sırada Irak Devlet Tiyatrosu Londrada Shakespare’i oynuyordu. Dünyanın her yerinde devlet tiyatroları vardır, dünyanın her yerinde belediye tiyatroları vardır. Dünyanın heryerinde devlet, belediye, eyalet v.b. vergiyi kim topluyorsa destekler. Mesela Almanya’da mesela Fransa’da mesela İngiltere’de özel tiyatrolara yardım yapılır, yeni bir mekan açıyorsa vergi alınmaz, yeni bir tiyatro; mesela BiTiyatro açıldı BiSahne’yi açtı iki yıl boyunca tüm vergilerden muaftır. Devlet kendi alacağı vergiden vazgeçer.Biletten vazgeçer, kdv’den vazgeçer. İkinci, üçüncü yıl oyun yapıyorsan, sana her yaptığın yılda alacağın devlet yardımı giderek kademeli olarak artar. On yılı geçince çok büyük opsiyonlar alırsın. Laçin gerçekten istemiyorum deyince o aklıma geldi. Yeni bir sahne yapmak – 42 kişilik bir sahne de olsa – bir yılı geçen bir zaman, emek, ve maliyet, yani kendine daha lüks bir araba almak gibi bir şey değil… Pırlanta alsaydık vergi ödemeyecektik, bilete % 18 KDV ödüyorsun. Yani bunun bir mantığı olması lazım. Bu olay bir sürü gazetede basında çarpıtılarak aktarıldı. Yalan söyledikleri çeşitli örneklerle defalarca ispat edildi, doğruları yazıldı.Ona rağmen bunlar yapılıyor. Yani mesela şu anda burası yapıldığı için, burası açıldığı için, sadece burada oyun oynandığı için çeşitli destekler ödenmeli, destekler yapılmalı.Çünkü gaddarlık bu.Vergi almaya gelince en üst düzeyden KDV’ni ve ayrıca KDV dışında gelir vergini çatır çatır alacaksın… Dediğim gibi, bunun adı gaddarlık. ..

BiTiyatro, Düğün (Sandık Lekesi) hakkında detaylı bilgiye için www.bitiyatro.com
Oyunun sonraki gösterimleri 15-16-22-23-27-28 Mart tarihlerinde Bi Sahnede.
Ayrıca Küçük Prens oyununu 14 Mart Cuma günü Akatlar Kültür Merkezinde izleyebilirsiniz.

İyi seyirler…

(Kaynak: http://birgun.net/haber/sirtimizdaki-buyuk-kambur-aile-12336.html)

Kategori:Düğün (Sandık Lekesi)GündemRöportaj