İçeriğe geç

‘Gemileri yakmaya çok yakınım’

Derya Aydoğan’ın 3 Şubat 2016’da Birgün Gazetesi’nde yayımlanan röportajı.

Bitiyatro’nun kurucularından Laçin Ceylan ile yeni oyunu ‘Üç Oyun’u (Vurgun) ve sahne dünyasını konuştuk.

>>Kurucusu olduğunuz Bitiyatro ile başlayalım, ne tarz oyunlar oynanıyor?

İsteğimiz, düşüncenin özgürce dolaşabildiği bir alan yaratmaya çalışmaktı. Sorularımızı daha rahat sorduğumuz, dilin ucuna gelipde söylenemeyenleri söylemeye çalıştığımız bir alan olarak kurduk. İlla şu tür oynuyoruz diye bir şey diyemem ama bazı insanlar sert eleştirileri olan oyunlar seçtiğimizi söylüyorlar. Seyirci ile tipik bir iş birşiğine giren oyunlar vardır, ‘Merak etmeyin biz size hoş vakit geçirteceğiz o yüzden rahat olun’ diyen, öyle bir tiyatro olmadığımızı rahatlıkla söyleyebilirim. Keyifli dakikalar vadetmiyoruz ama ilginç ve çarpıcı dakikalar vadediyoruz. Böyle işler yaptığımız için teşekkür eden de çok, ben böyle tiyatro sevmiyorum diyen de var. Ben her zaman iyi işlerin muhakkak bir sevmeyeninin ve bir de seveninin olması gerektiğine inanıyorum. Bir insan herkes tarafında sevilebilir mi? Olabilir mi böyle bir şey? Tiyatro da böyle…

>>Siz de zaten ‘Herkes beni sevsin’ derdine düşmüş bir kadına benzemiyorsunuz.

Hiç değilim, hatta bazen istediğim zamanlar olmuştur, onlar beni sevse ya diyorum. Bir an geliyor, bir durum oluyor ve ben çok belli ediyorum düşüncemi, tavrımı. Birilerinin illa sizi sevmesini istiyorsanız, gündelik hayatın içinde de oynamanız gerekiyor. Bunu becerebilen bir insan olduğumu söyleyemeyeceğim. Ben hayatta hep gemileri yakmaya çok yakın bir yerde duruyorum. Bir sürü hayat bitiyor işte görüyoruz, gencecik insanlar ölüyor ya da öldürülüyor. Dünya da böyle. Büyük bir erozyon var aslında. İnsan sevgisinde, insan kalbinde bir problem var.

>>Bir sevgisizlik var.

Evet çünkü paylaşımda bir sorun var. Kapitalizm bu kadar yükseldikçe sevgi denen şey dışarı atılıyor. İnsanlar ayakta kalmak İçin her şeyi yapar hale geliyorlar. Böyle bir savaş içinde gencecik hayatların bittiğini görüyoruz.

'Gemileri yakmaya çok yakınım'

>>Tiyatro da bir şekilde tepkilerinizi vermenin bir yeri…

Çok yakın zamanda bununla ilgili cok güzel bir örnek yaşadık. Biz 2 yıldır ‘Kırmızı, Siyah ve Cahil’ diye bir oyun oynuyoruz. Almanya’da yarısı Türk yarısı Alman seyircinin önünde oynadık. Salon doluydu fakat oyun bittikten sonra yaşadığımız sey inanılmazdı. Alman bir seyirci, oyun boyu kendini ne kadar sorguladıgını, haksızlık yapıp yapmadığını hatta zaman zaman bu sorudan kaçtığını söyledi. İnsan kendine ‘Ben bu haksızlığı yaptım şiddeti uyguladım ama…’ der. Hep bir neden bulur kendini haklı çıkartacak. Seyircimiz, bunu da yapmaya çalıstığını ancak çok etkilendiğini ve bu sorgulamanın uzun bir süre onunla olacağını söyledi. O seyirci söyleşisinde, Kırmızı, Siyah ve Cahil’in, yani Edward Bond’un yarattıgı o sert sorgulamayı beraberlerinde bir süre daha taşıyacaklarını görmek çok çarpıcıydı. Alkış aslında buna…

gemileri-yakmaya-cok-yakinim-110260-1.

>>Kırmızı Siyah ve Cahil devam ediyor mu?

Evet tabii. Ayda bir ya da iki kere oynuyoruz. Bu oyunun yazarı sadece bir oyun yazarı değil aynı zamanda bir filozof, şair ve gerçek bir tiyatro adamı. Böyle özel bir adamı ben basına sunmak istedim, Türkiye’de bilinmediği için. Bunu en iyi gazeteciler yapabilirdi fakat diyebilirim ki, kültür sanat servisleri buna ilgi duymadı. Bu benim için üzücüydü.

>>Vurgun’da da oynuyorsunuz.

Vurgun daha yeni bir oyun. Vurgun da Neil Labute gibi önemli bir yazarın oyunu. Yaşayan çağdaş bir yazar. 3 farklı gerçek yaşam öyküsünü tiyatro sahnesine getirmiş. Yaşanmış gerçek hayat öykülerini en çarpıcı taraflarıyla anlatmış. 3 öyküde de öyle bir şey var ki, bir şey duyuyorsunuz ve ‘Aman allahım’ diyorsunuz. Ne kadar sert, çarpıcı bir itiraf… Anlıyorsunuz ki oyunun sonunda daha sert ve çarpıcı başka bir şey var. Üç öyküde suça yönelik.

>>Siz bu 3 öyküde de var mısınız?

Hayır ben bir öyküde varım. Benim içinde olduğum öykü, çocukluktan çalınmış bir hayat hikayesi. Büyük bir suçun itirafı da bir kadından geliyor. Bu kadın, yeni suçlara dönük bir kadın.Tekinsiz hatta zaman zaman saldırgan gibi duran ve ne yapacağı belli olmayan bir karakter. Sözünü, lafını esirgemeyi bilmeyen, sözler nasıl geliyorsa öyle kullanan, biraz parçalanmış, dağılmış, o dağılmışlık içinde bu itirafı yapmaya çalışan bir kadın…

>>Peki ya sinema?

Ben aslında şeyi farkediyorum, 30 yaş üstü kadınlara yönelik çok büyük bir şiddet var. 30 yaşına gelen her kadının dişilikten emekliye ayrıldığını düşünüyor erkek dünyası, dolayısyla erkek yapımcı dünyası. Ben daha da ileri yaşlara gelmiş kadınların gerçekten ana rolleri aldığı hikayeleri görmek istiyorum. Böyle filmlerde görev almak isterdim. Çevremize baktığımız zaman olağanüstü enteresan olabilecek birçok 40 yaş üstü kadın ve son derece aykırı diyebileceğimiz hayat hikayeleri var ama yapımcılarımız için aşk ancak 30 yaş öncesi yaşanır.

>>Aynı zamanda aşk yaşamak için güzel olmak gibi bir zorunlulukta var sanki. Hayatımızın her yerinde de karşımıza bu çıkartılıyor.

Belli fiziki koşulları muhakkak içeren ve genç oyuncu kadrosunun, yüz olarak birbirine benzediği, prototip bir şeye doğru gidiliyor. Güzel kız ve yakışıklı erkek dışındaki herkesin ya arkadaş olmaya hakkı vardır ya da başka bir role. Gerçek hayatta böyle şeyler görmüyoruz.

>>Güzel ve yakışıklı olan herkes oyuncu olmak istiyor.

Hakikaten çok fazla insan oyuncu olmak istiyor ama tiyatroya ne zaman gittiniz deseniz çok azı tiyatroya gidiyorum diyor. Bir emeksizlik var işin içinde. İşin işçisi olmadan patronu olmaya çalışmak gibi… Bazı insanların sanat olarak algıladığı şey ne yazık ki televizyonda gördüğü diziler, programlar. Okumaya, gelişmeye, gerçekten özgür düşünceli kültür sanat politikasına sahip olmayışımızdan kaynaklanıyor.

>>Yeni bir oyun var mı?

Biz İstanbul Kalkınma Ajansı’na bir proje sunmuştuk ve kabul edildi. Engellilere tiyatro götürme yani kendini engelli hisseden insanlara gösterim götürmek gibi bir projemiz vardı, şimdi bunun üzerine çalışıyoruz. İsmi ‘Cesaretin Kanatlara İhtiyacı Yoktur’. Böyle bir gösterimimiz olacak. Yer yer içinde dramatik anlar olan bir anlatım ama eninde sonunda bir sahne sunuşu. Yazanların içinde ben varım, Şebnem Ölçeroğlu, Elif Esin, İclal Nergis ve Didem Uşdu Başaran var. Farkındaysanız hepsi kadın.

Kategori:Uncategorized